Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

27Oca/140

YÖNETİMDE YOZLAŞMA – Feyzullah BUDAK

YÖNETİMDE YOZLAŞMA - Feyzullah BUDAK

Biz Türkiye Cumhuriyeti’nin bu topraklara gökten zembille inmediğine, bu devletin bin yıllık Selçuklu- Osmanlı geleneğinden ve bunlardan da eski devlet birikimlerinden beslenen bir “devam devleti”olduğuna inananlardanız. Gerçi Osmanlı’da devlet yönetimiyle ilgili faziletli davranış örnekleri kadar,(bilhassa Kanuni’den sonra) rüşvet ve menfaat temini gibi yozlaşmalara da sıklıkla rastlandığınıbiliyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bilhassa Atatürk’lü dönemi ile onu izleyen uzun yıllar boyunca bu konuda bize onur duyulacak bir miras bıraktığı herkesin malumudur. Evet, Osmanlı’nın bilhassa son dönemlerinde, devlet işlerine rüşvet ve iltimasın ne denli girmiş olduğu ve bunun koskoca devletin çözülüp dağılmasına ne denli etkili olduğu, tarihimizin en ibret verici olaylarındandır. Ama Türkiye Cumhuriyetini kuran ve yöneten kadrolar uzun yıllar boyunca bu olaydan gereken dersi aldıklarını bize kanıtladılar ve bizlere bu konuda zirve diyebileceğimiz davranış örnekleri miras bıraktılar.

Önce bu örnek davranışlardan ikisini paylaşmak istiyorum.

1949 yılında Cumhurbaşkanı İsmet İNÖNÜ’nün oğlu Erdal İnönü yüksek lisans eğitimi için Amerika’dadır. Oradan annesine bir mektup yazar;

”Sevgili anneciğim, Dün bir kürkçüye gittim. Bir hermin kap (dediğiniz gibi kısa ve tuvaletin üzerine omuza alacak şekilde, beyaz), vergiyle beraber 1260 dolar; fakat Amerika dışına satılırken bu vergiden muaf tutuluyor, biz 1000 dolara alabileceğiz. Bugünler Christmas’tan sonraki ucuz zaman dönemi olduğu için şimdi nispeten ucuzmuş, yaza doğru daha pahalılaşacakmış. Ben, söylediğim beyaz kapı benim için saklamalarını tembih ettim. Üç haftaya kadar bir cevap vereceğimi söyledim. O zamana kadar düşündüğünüzü söylerseniz iyi olur.         Erdal İnönü, 21 Şubat 1949”

Mektubun ilk satırındaki “dediğiniz gibi kısa ve tuvaletin üzerine omuza alacak şekilde, beyaz” ibarelerine bakılırsa, daha önce ana-oğul arasında bu konuda ya bir konuşma veya bir yazışma olmuş ve şimdi de oğul İnönü bunun gereğini yapmaya çalışıyor. Yani koskoca Cumhurbaşkanının karısı özel günlerde tuvaletinin üzerinde omuzuna alabileceği bir kısa kürk parçası istemiş ve oğul da bunu Amerika’da bulmuş ama Cumhurbaşkanı oğlunun bu kürkü satın alacak bin doları yok ve kürkü mağazada ayırttırarak annesinden para istiyor.

İşte oğul Erdal İNÖNÜ’nün bu mektubuna karşılık Cumhurbaşkanı babadan gelen mektup;

“Erdal’ım, sevgili oğlum, Annene yazdığın 21 Şubat tarihli mektubunda (…) kürk hikâyesini okudum. Olacak iş değil; o kadar doları bulamayız. Hemen sözünü geri al. Senin bu kadarcık ihtiyat paran için üç senedir uğraşıyoruz. Hulasa, olacak iş değil. İsmet İnönü, 27 Şubat 1949”

İşte bu Cumhurbaşkanı, Sayın Başbakanın ikide bir aşağıladığı, her fırsatta hakaret ettiği “2 ayyaş” tan birisidir ve İsmet İnönü tek parti döneminin solcu cumhurbaşkanıdır.

İkinci ibretlik örnek ise çok partili döneme aittir. Adnan MENDERES’in Başbakan olduğu yıllarda oğlu Yüksel MENDERES, “bir arkadaşıyla ortak ticari işe girme arzusundan” bahsederek, bu konuda babasından izin ister. Başbakan babanın oğluna verdiği cevap tam bir ahlak ve siyaset dersidir; “’Hayırlı olsun oğlum… ama eğer bu işe girersen bil ki ancak beni alır beni satarsın. Bu makamı parayla ölçmek mümkün değil. Doğru git, devlet memurluğu yap. Ben Başbakan oldukça ticaret yapamazsın” Bu da İNÖNÜ’nün ve CHP’nin yönetimini beğenmediği için oradan ayrılarak Demokrat Partiyi kuran ve sonra da başbakan olan sağcı Adnan MENDERES’in davranışıdır. Yani güzel ahlak ve doğru davranış ne tek parti çok parti dönemi tanıyor ve ne de solculuk veya sağcılık bu konuda ölçü oluyor.

Peki şimdi bu güzel örnekleri siyaset ve yönetim mirasında taşıyan Türkiye’ye ne oldu?

Ne oldu da, artık bu ülkede Başbakanlar hiç sıkılmadan “maaşımla geçinemiyorum, onun için ticaret yapıyorum” diyebiliyor? Veya bir Başbakan henüz 20’li yaşlarındaki oğlunun gemileri olacak kadar zenginleşmesini eleştirenlere “Ne gemileri canım, oğlumun sadece bir gemiciği var” diyebiliyor ve bundan sıkıntı duymaksızın siyasete devam edebiliyor?

Ne oldu da, bir Bakan daha düne kadar ticarette varlığı bilinmeyen henüz 20’li yaşlardaki oğlunun evinden çıkan milyonlarca doları ve 6-7 para kasasını “villasını satmıştı da, onun parasıdır” diye izah edebiliyor ve bundan utanmaksızın siyasette kalmaya ve milleti temsile devam edebiliyor? Ne oldu da, evindeki ayakkabı kutularından 4-5 milyon dolar çıkan bir banka genel müdürü bu paraları “imam hatip yaptırmak” için sakladığını söyleyebiliyor ve bunu söylerken çarpılabileceğinden korkmuyor? Ve dahi siyaset erbabı da hem halkın ve hem de Hakk’ın ne diyeceğini umursamadan onu savunabiliyor?

Ne oldu da böylesine bir arsızlık düzeyine geldik? İnsanlar öz çıkarları için şahsi olarak bir çok şeyi göze alabilirler ve bu da anlaşılabilir. Peki bize ne oldu da, toplumun önemli bir bölümü hala bu arsızlıkları onaylıyor ve destek oluyor? Tarihinde yukarıda anlattığım türden zirve ahlak örnekleri barındıran bu toplum nasıl oluyor da bu seviyeyi kendisine layık görüyor?

Sosyologlar….! Psikologlar…! Toplum Bilimciler….! Ahlak Bilimciler…! Din Bilimciler neredesiniz..?

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.