Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

8Eyl/190

ÖneriYorum "UZUN HİKAYE – Fazlı KÖKSAL

uzun_hikayeÖneriYorum "UZUN HİKAYE – Fazlı KÖKSAL

Şarkı ile türkünün, sebze ile meyvenin farkını genel olarak biliriz de iş ayrıntıya gelince karıştırırız… Şarkı formunda Türkü veya Türkü formunda şarkı diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışırız…  Sebze ve meyve ayırımı ise daha karmaşık… Halkın Meyve tanımıyla botanikçilerin meyve tanımı çok farklı… Bir ara bu konuya merak sardım; ama işin içinden çıkamadım… Benzer bir karmaşa da “uzun hikaye” ile “roman” arasında var…

Roman ile hikâye arasındaki temel fark, hikayenin kısa romanın uzun olması… Ama hikâye çok uzun olunca veya roman çok kısa olunca işler karışıyor… O zaman hikâye ve roman arasındaki diğer farklara bakıyoruz… Mesela edebiyatçılar “Hikâyede kişi sayısı azdır. Romanda kişi sayısı fazladır.” Diyorlar, ama kişi sayısı oldukça fazla olan hikayeler, yalnızca birkaç karakteri olan romanlar vardır. Kabul edilen diğer bir ölçüt de hikâyede tek bir konu işlenmesine karşılık romanda çok sayıda konunun işlenmesidir. Ama o da bağlayıcı değildir.

100-150 sayfayı geçmeyen; Zweig’in Satranç, Steinbeck’in İnci, Albert Camus’un Yabancı, Gogol’un Palto, Ömer Seyfettin’in Efruz Bey ve  Yalnız Efe roman mıdır, uzun hikaye mi? Bazılarına göre romandır. Bazılarına göre uzun hikâye… Ama genel kanı bunların roman olduğu yönündedir…

Mustafa Kutlu’nun “Uzun Hikaye”sini okurken; kitabın adının uzun hikaye olması yanında, kapakta özellikle “Hikaye” vurgusu yapılmasının, muhtemelen Mustafa Kutlu’nun hikayeci kimliğinden kaynaklandığını düşündüm… Yılların hikayecisi, basbayağı roman olan “Uzun Hikaye”yi “roman” diye tanımlamayı kendisine yedirememiş anlaşılan…

Mustafa Kutlu en sevdiğim hikâye yazarlarından birisidir… Bir zamanlar sırf onu okumak için Dergah alırdım…

Beşir Ayvazoğlu, Defterimde 40 Suret isimli kitabında Mustafa Kutlu’yu tanımlarken kullandığı; “Mustafa Kutlu’yu anlatmak, mahrumiyetlerle yüklü çocuklarını çok partili döneme geçişin ve değişimin sancılarını iliklerinde hissederek, gençliklerini ise 1970’lerin kaotik ortamında pişerek yaşamış bir aydın neslinin dramatik macerasını anlatmak demektir.” Cümlelerini okurken Kutlu’yu niye sevdiğimi daha iyi anlamıştım. Mustafa Kutlu, benim kuşağımdı, hatta bendim… Bizim kuşağın yaşanmışlıklarını anlatıyordu. Onun için hikayeleri beni sarıp sarmalıyordu..

Mustafa Kutlu’nun sanata ilgisi resimle başlar, resim dersleri alır. Sergiler açar.. Sonra hikaye yazarlığı… Ve sonra senaryo yazarlığı... Hikâyelerindeki resim kıvamındaki tasvirlerde ressamlığının, sürükleyiciliğinde de senaryo yazarlığının büyük etkisi vardır muhtemelen…
Uzun Hikâye’de Bulgaristan göçmeni Ali’nin ve oğlunun uzun hikayesi anlatılır… Ali, inatçı, eğilme bükülme bilmez doğru bildiğinden şaşmayan, kula kulluk etmeyen birisidir… Eşine derin bir aşkla bağlıdır… Ailesine bağlı, kocasına aşık, çocuğuna müşfik olan annenin zamansız ölümü, baba ile çocuğun farklı Anadolu kasabalarında geçim derdine düşmelerine yol açar…

Kutlu’nun hikâyelerinde demiryolları ve trenler önemli yer tutar… Tren ve demiryoluna ilgisi çocukluk yıllarından başlar ve sürer gider… Türkçeyi kullanırken Türk Dil Kurumunun yazım kurallarına uymaya özen gösteren Kutlu, konu tren olunca yazım kurallarını gözardı eder... Türkçe söylendiği gibi; tiren der… Uzun Hikaye’de de tren; kasaba değişimlerinde kullanılan sevimli bir araç olmanın yanında, sıvanıp, boyanarak, anne ve babayla birlikte bir ömrün en mutlu döneminin  geçirildiği güzel bir eve dönüştürülmüş, eski bir vagondur. Hikayenin kahramanı trenlere vurgundur. Bu hususlar,  Mustafa Kutlu’nun bir söyleşide hayatına dair ipuçları verirken "Cebesoy İstasyonu'nda 'kara tiren'lere âşık olduğunu" ifade etmesiyle birlikte değerlendirildiğinde, “uzun hikaye otobiyografik bir roman (hikaye) mı?” diye. düşünmeden geçemiyor insan… Roman kahramanının (Ali’nin oğlu- anlatıcı) çocukluk ve gençlik dönemi, kasabalarda, açık hava sinemalarının revaçta olduğu, sosyalizmin öcü gibi görüldüğü, lunaparkların yaygın olduğu, buzdolabının dahi bulunmadığı bir zaman diliminde geçmektedir. Kutlu'nun yaşam öyküsünü incelediğimizde, onun çocukluğu ve gençliğinin de 60'lı ve 70'li yıllarda, kasabalarda geçtiğini görüyoruz... Yazarın ve roman kahramanının hayat hikayelerinin zaman ve mekan açısından örtüşmesi de, “Uzun Hikaye”nin otobiyografik bir roman olma tezini güçlendiriyor…

Hikaye anlatımında yer yer zaman açısında geriye dönüşlere de rastlanır…. Ali Bey ile Münevver Hanım arasındaki aşkın başlangıcı da bu geri dönüşümlerde anlatılır… Münevver’in ailesinin karşı çıkmasına rağmen gerçekleşen evlilik, tüm güçlüklere rağmen  mutlulukla sürer…

Romandaki (ısrarla roman diyeceğim) iyi bir dil işçiliği yanında, mükemmel bir gözlem ve ince tahliller okuyucu sarıp sarmalıyor… Kolay okunur bir roman çıkıyor karşınıza... Kurak, soğuk, zor yaşam şartlarına sahip Anadolu’nun; sevecen, verici, gönlü geniş ama aynı zamanda maişet derdindeki, korkak insanları ustalıkla anlatılıyor…

Muhafazakâr kişiliği ile bilinen bir yazar olan Mustafa Kutlu’nun, romanın iki kahramanı, Ali ve oğlu üzerinden Sosyalizmi olumlaması, her aykırı sözü, her dik duruşu sosyalizm olarak suçlayıp yargıya taşıyan yönetim anlayışına eleştirel yaklaşması da kitabın dikkat çeken özelliklerinden…

Özetle; ister roman diyelim, ister hikâye, beyaz perdeye de aktarılan “Uzun Hikaye”elinden bırakmadan bitirilebilecek, usta işi “iyi bir kitap”

“İyi kitap” okumak isteyenlere tavsiye edilir..

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.