Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

28Nis/190

SEVGİ, DEĞER, ÖZGÜVEN VE SORUMLULUK VERMEK – Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sSEVGİ, DEĞER, ÖZGÜVEN VE SORUMLULUK VERMEK – Ruhittin SÖNMEZ

Çarşamba günü İzmit’te Doğan Cüceloğlu ve Polat Doğru’nun “Aile İçi İletişim” konulu çok etkileyici bir konferansını dinledim.

Konuların sunumu son derece renkli idi. Psikolojik teknik terimlere boğulmadan, hayatın içinden canlı örneklerle anlatılan konuları her kesimden dinleyicilerin kolay kolay unutması mümkün değil.

Konferanstan bazı hususları aktarmaya çalışacağım:

Hayatta başarılı olmak, çocuklarımızın da başarılı olması için ana-baba olarak elimizden geleni, hatta belki de fazlasını yapmaya çalışıyoruz.

Ancak eğitim hayatında başarılı olmayı çok çok önemseyenlere sorunuz: “Çocuğunuzun eğitim hayatında başarılı olmasını mı isterseniz yoksa mesleki alanda başarılı olması daha mı önemlidir?” diye. Mesleki hayatta başarının daha önemli ve değerli olduğunu fark edecektir.

Fakat eğitim ve mesleki hayatında başarılı olduğu halde, aile içi ilişkilerde başarıyı sağlayamamışsanız, diğer bütün başarı hikâyelerinizin anlamsız hale geldiğini görürsünüz. Aile içi ilişkilerde başarısızsanız diğer başarılarınızdan keyif almanız mümkün olmaz.

Bu iki değerli bilim adamı kendi hayatlarından örneklerle aile içi ilişkilerde başarılı olmak için belli ilkeleri anlattılar.

Aklımda kalan en önemli ilkelerden birisi sevgi vermek. Hayata adım atan bebek daha ilk 6 saat geçtikten sonra sevgiyi hissetmeye başlar. Çocuk “sosyal kişiliğinizin” arkasında gerçekten bir “insan kişiliği” olup olmadığını hisseder.

Çocuklar sınıfa giren öğretmenin bir insan mı, içinde insan olmayan öğretmenlik yapan biri mi olduğunu daha birinci dakikada anlar.

Çocukluk dönemi bir insanın anavatanıdır. Çocuklarınızın çocukluğunu doya doya yaşaması için elinizden geleni yapın.

Ağacın köklerini yeterince iyi beslediğiniz zaman dalları ve yaprakları da güçlü ve canlı olur. Dallara ve yapraklara odaklanmak yerine kökleri beslemeye odaklanmalıyız.

Onun için çocuklarınızı seviniz, karşılıksız, şartsız bir sevgi gösteriniz. İletişiminiz sosyal rolünüzle değil, içinizdeki insanla olsun ve hayat boyu çocuklarınızla iletişiminizi kesmeyin.

Çocuklarınız sizinle yani ailesi ile bir ekip olduğunu hissetmeli. Bu ekipte kendisine değer verilen, güvenilen bir ekip üyesi olduğunu ve her sıkıştığında birlikte sorunlarının çözümüne çalışılacağını bilmelidir.

Ancak çocuklarınızın sizden sonrası için hayatta tutunabilmesi için kendilerine özgüven, bilgi, irade ve şevki verirken kendi hayatını şekillendirmede sorumluluk almaya da alıştırmamız gerekiyor.

*****************************

ŞİRKET YÖNETİCİLERİ

Doğan Cüceloğlu ve Polat Doğru’nun konferansının konusu “aile içi iletişim”, hedef kitlesi ana- baba ve öğretmenlerdi.

Ama ben bu anlatılanların başkalarının hayatını etkileyen her türlü kurum, şirket, STK, devlet yöneticilerinin de aynı tavsiyeleri dikkate alması gerektiğini düşünüyorum.

Diyelim ki, yönettiğiniz bir şirket ise çeşitli kesimlerle iletişim halinde bulunuyorsunuz: Patronlar, amirler, çalışanlar, sendikacılar, tedarikçiler, müşteriler, çevredeki halk, kamu gücünü elinde bulunduranlar gibi.

Bu kesimlerle ilişkilerde patron, yönetici gibi sıfatlarıyla iletişimde bulunanların insani kimliğiyle iletişimde bulunup bulunmaması, bazen şirketin kârlılığını etkilemez gibi görünür. Hatta ne kadar “Nemrut” bir yöneticisi varsa kurduğuotorite ve disiplinle çok verimli sonuçlar alabildiğine dair örnekler verilebilir.

Atları kırbaçlayarak hızlandırabilirsiniz. Ama nereye kadar?

Eski tip ailelerde otoriter bir babanın evde sağladığı sessizlik, problemleri korku ile bastırması gibi, bu türlü şirketlerde de yöneticiler yarattıkları korku ile belli başarılar edinmiş gibi gözükebilir.

Ama günümüzde şirketlerde başarılı olmak için şirketin hissedarlarını mutlu etmek yeterli sayılmıyor. Şirketin diğer paydaşları yani çalışanları, tedarikçileri, müşterileri, tesislerin çevresindeki ahali de mutlu edilebiliyorsa, şirketin kalıcı başarılar elde etmesi mümkün olabiliyor.

Bu paydaşlar şirketin varlığından mutlu ise şirketin daha verimli, daha kârlı olması, marka değerinin yükselmesi için bireysel bilgi, becerilerini de kullanarak katkı sunarlar.

İşyerine gelen insanlar orada olmaktan mutlu oluyorsa daha verimli olurlar.

*****************************

SİYASETÇİ VE DEVLET YÖNETİCİLERİ

Şirketler için anlattıklarımız devlet kurumlarının, siyasi partilerin yöneticileri için de geçerlidir.

Devleti, kurumları yönetenler paydaşlar (yol arkadaşları ve halk) üzerinde sevgisini hissettirir, değer verdiğini gösterir, onlara özgüven aşılar, gerekli sorumluluğu verirse karşılığını her türlü zor şartlarda bile sadakat, fedakârlık olarak alırlar.

Kurum içindekiler kendini sevmeyen, değer vermeyen, önemsiz kılan lider veya yöneticisi için fedakârca çalışmayıdüşünmez hale gelir.

Rahmetli Süleyman Demirel’in altı defa gidip yedi defa gelmesi kendisine bağlı fedakâr kitleler sayesinde mümkün olmuştu. O’nun her ilde ve ilçede yakın dava arkadaşlarını sık sık araması, onlara sevdiğini, değer verdiğini göstermesi bu başarının temelini teşkil ediyordu.

Rahmetli Alpaslan Türkeş’in Ülkücü Gençliğe sevgisini, onlara verdiği değeri gösteren “Hepiniz birer Türk Bayrağı'sınız” sözü liderliğin nasıl olduğunu gösteren bir örnektir.

Gerçek lider yol arkadaşlarına bir ekip olduğunu hissettirir. Bu ekipte kendisine değer verilen, güvenilen bir ekip üyesi olduğunu ve her sıkıştığında birlikte sorunlarının çözümüne çalışılacağını düşündürtür.

Yol arkadaşlarını, kendisine bağlı kurumların yöneticilerini sevmeyen, onlara güvenmeyen, bütün kerameti kendisinden sayan ve bütün yetkileri kendisinde toplayan liderler vardır. Bunlar eski tip otoriter ana- baba modelinin birer yansımasıdır.

Sonuçta verimsiz bir yönetim; sevgisiz, özgüvensiz, korku içinde bir toplum ortaya çıkar. Böyle bir toplumdamutluluk yerine huzursuzluk ve endişe hâkim olur.

25.04.2019

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.