Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

1Nis/170

BEĞENMEDİĞİMİZ YENİ NESİL KİMİN ESERİ? – Celal BAYRAKTAR

IMG_8363 - KopyaBEĞENMEDİĞİMİZ YENİ NESİL KİMİN ESERİ? - Celal BAYRAKTAR

Yaşamakta olduğumuz kentte sık sık farklı görüşlere sahip insanlarla bir araya gelir, onlarla ülke meseleleri hakkında konuşur ve birlikte sosyal reçeteler üretmeye çalışırız. Bütün bu farklı görüşteki insanların şikayet ettiği ortak noktanın gençlik olması çok dikkatimi çekti. Hemen hemen hepsi “gençlik bitmiş”,  “bu gençlerden bir cacık olmaz” gibi sözleri tekrarlayıp duruyorlar. Bu yazımda sizlere Grigory Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabından gençliğin içinde bulunduğu durum ile ilgili önemli bulduğum bazı kısımları aktararak konuyu bir yere bağlamak istiyorum.

“Finlandiya’yı uyandırmak için büyük gayret gösteren Snelman’ın en fazla önemsediği ve en hassas olduğu konu gençlikti. Snelman bazen gençleri yüzlerine karşı eleştiriyor ve bildiklerini aktarıyordu. Fakat bazı cahil yaşlıların, gençlerin hayırsızlığından ve ahlak bozukluğundan şikâyet etmeleri üzerine de gençleri savunuyordu. Şöyle diyordu:

“Suç gençlerde değil, sizlerdedir. Siz gençleri nasıl eğitirseniz, onlar da öyle yetişir. Gençlere verdiğiniz eğitim nedir? Hiç!

Anneler, çamaşır ve bulaşık yıkamak, temizlik yapmak ve yemek pişirmekle, babalar ise memuriyet, ticaret, dükkan ve fabrika işleriyle meşgul olur. Geceleri de geç vakitlere kadar kahvehanelerde ve kulüplerde oturup iskambil oynamakla geçirirler. Fakat çocukları ile asla meşgul olmazlar.

Bunlar çocuklarıyla konuşmazlar, onların hayatıyla ilgilenmezler. Boş zamanlarında çocuklarını sever, okşarlar, onlara şekerlemeler ve oyuncaklar verir. Sonra da, “Haydi bakalım, şimdi kenara çekilin, gürültü etmeden kendi kendinize oynayın.” derler. Aslında bunun manası şudur: “Ne isterseniz yapın. Sadece bizi rahatsız etmeyin!”

Bu durumda çocuğun aklı, fikri, ruhu işlenmemiş bir tarla gibi kalır. Buraya hiçbir şey ekilmemiştir. Zaman zaman çocuklara iyilikten, doğruluktan ve sevgiden bahsedilse bile bunlar genellikle kuru, taş gibi sert ve çocuğa yabancı sözlerdir. Anne-babalar çocuğun ruhuna hitap edecek sözler söyleyemez, söylemek isterlerse de bunu nasıl yapacaklarını bilmezler. Onların basmakalıp nasihatleri çocuğun hassas ruhunda yankı uyandırmaz.

Doğrusunu söylemek gerekirse, çocuğun annesi, babası sağ olduğu ve evde bunlardan başka halalar, teyzeler, dayılar ve amcalar olduğu halde, çocuk yetim gibi büyümektedir. Muhtemelen bazı ailelerde çocuklar çok iyi beslenir, iyi giyindirilir, sağlıklarına çok dikkat edilir. Ama bununla birlikte çocuk ruhunun beslenmesi ve bezenmesi ihmal edilir.

Şimdi siz, anne ve babalar, bir kez daha düşünün!

Elinizi vicdanınıza koyarak karar verin. Şuan ki şartlar çocuklarınızın sağlam kişilikli bir insan olarak yetişmesine uygun mudur, değil midir? Siz çocukları eğitirken yükselmek için onlara kartal kanatları mı verdiniz? Yoksa bu kanatları kırdınız mı?

Çocuk büyüyüp, ergen olduğunda, anne babalar çocukların geleceği hakkında hayaller kurmaya başlar. Oğullarını mühendis, memur, tüccar, doktor, avukat ya da iyi bir sanat sahibi yapmak isterler. Kızlarına ise zengin bir koca aramaya başlarlar. Çocuklar için zenginlik ve rahat bir hayat yaşaması için çaba gösterirler. Bu şekilde anne ve baba olarak görevlerini ifa ettiklerine inanırlar. Bu nokta da Tolstoy’un şu sözleri oldukça manidardır:

“Hayatın en büyük karmaşıklığının en önemli nedenlerinden biri, herkes sadece refaha kavuşmayı istiyor, fakat kendini geliştirmek için çaba göstermeyi ve alın teri ile çalışarak daha iyi şartlara sahip olmayı istemiyor.”

Herkes hayattan bir şey almak istiyor, fakat kendinden hiçbir şey vermeyi istemiyor. Çoğu kişi çıkarcı, zorba ve asalak sıfatıyla hayata atılır. Hayatın anlamını bu asalaklıkta ararlar. Bu hayat anlayışı yıllar içinde çocuklara da aşılanır.

Bunu kim aşılıyor?

Tabii ki anne ve babalar! Öğretmenleri, siyasetçileri ve iş adamlarını da unutmayalım… Eğer yeni nesil bir tarla gibi kendi haline bırakılırsa, orada eğreti otları ve dikenler yetişir.

Bir anne ve babanın, gelişim sürecinde çocuğu kendi haline bırakması akla ve vicdana uygun değildir. Hatta bu bir cinayettir. Çünkü çocukların iyi yetişmesi sadece anne-babalar için değil aynı zamanda toplum ve devlet için de önemli bir meseledir.

İstediğiniz kadar mükemmel yasalar yapın. Halka özgürlük konusunda sınırsız haklar verin. Sosyalizmin ya da kapitalizmin mucizevi kuvvetlerine istediğiniz kadar inanın. Eğer yeni nesil gereği gibi yetişmezse, parlamentolar ve bütün hukuk mevcut olduğu halde kamu ve sosyal alan yine sönük ve paslı olacaktır.

Bu şekilde yetişen nesilden gelen memurlar bencil ve uyuşuk, devlet adamları ise siyaset cambazı olur. Milletvekilleri menfaat peşinde koşarlar. Okullar, yeni neslin beynini ve kalbini kurutan ve kavuran birer karanlık mağara olur. Basın, sokaklarda kendini satılığa çıkaran fahişe kadınlara döner. Tok veya aç olan halk kitleleri ise kendilerine yabancı olan bir şeye ve özellikle yukarı sınıflara ait insanlara karşı nefret, haset ve hıyanet hislerini beslemeye başlar.”

Bu alıntı aslında söylenecek çoğu sözün de önceden söylenmiş olduğunun delili olsa gerek. Bu tespitlerin ülkemizin içinde bulunduğu durumu da çok iyi anlattığına inanıyorum. Artık kendimizi kandırmaktan vazgeçip, kendi ürettiğimiz problemli gençleri de suçlamaktan vazgeçip bundan sonra gelecek olan nesiller adına onları yetiştirecek bireyler olarak kendimize çeki düzen verirsek çok daha iyi olacak diye düşünüyorum.

Kendinizden başlayarak gelişmemiz ve çocuklarımızın gelişimine rehberlik yapabilmemiz ümidiyle…

20 Temmuz  2015

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.