Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

9Şub/160

BÖYLE TOPLUMA BÖYLE YÖNETİCİLER – Av. Ruhittin SÖNMEZ

ruhittin sönmez avBÖYLE TOPLUMA BÖYLE YÖNETİCİLER – Av. Ruhittin SÖNMEZ

Sizin de dikkatinizi çekiyordur.

Kalabalık yaya gruplarının yürüdüğü yerlerde, karşıdan gelenlerle çarpışmadan geçemiyoruz.

Diyelim ki, yaya geçitlerinde yeşil ışığın yanmasını bekledik. (Yayaların kırmızı ışık ihlallerini saymıyorum.) Biz karşıya geçeceğiz, karşıdan gelenler de bizim olduğumuz yere gelecekler. Ama hem biz ve hem de karşıdan gelenler yaya geçidinin tamamını kullanarak geçmeye çalıştığımız için, zikzaklar çizerek karşıya geçmeye çalışırız. Çoğu zaman da birkaç çarpışma veya sürtünme ile karşıya varabiliyoruz.

Oysa her iki taraftaki insanlarımız sağdan geçse, beklerken yığılma olduğunda, önce gelenin önde olmasına saygı göstererek sıraya girsek, son derece rahat ve düzenli bir şekilde geçebileceğiz.

Tren, otobüs gibi toplu taşıma araçlarında bu araçlardan inerken ve çıkarken başkalarıyla bedensel temas yapmamak pek mümkün değil.

Asansörlerin yoğun kullanıldığı yerlerde de asansöre girip çıkarken birileriyle çarpışmadan bu işi başaramıyoruz.

Oysaki binmek isteyenler kapıda beklerken, çıkanların rahatça çıkabilmesi için kapının bize göre sağ tarafında ve bir metre kadar gerisinde beklesek, inecekler indikten sonra sırayla kabine girsek bu düzensizlikler olmayacak.

Hava güzel, mesela Sekapark’ta sahilde veya Yürüyüş Yolu’nda geziyoruz. Yaya yolunun tamamını kaplayan gruplar, yolun solundan, sağından, ortasından geçen kişiler, çiftler.. Bazısı yavaş yavaş seyrana çıkan, bazıları tempolu yürüyüş yapanlar… Her iki tarafta da yolu böyle kullanan yayalar büyük bir düzensizlik içinde yürümekteler.

Her iki tarafta yürüyenler sağdan yürüse, ortadaki alanı daha hızlı yürüyenlerin sollayarak geçişi için boş bıraksa hiçbir düzensizlik, çarpışma, bekleme olmayacak…

***

EĞİTİM ŞART

Şehirde birlikte yaşamanın bu kadar basit ve temel kurallarını neden uygulayamıyoruz?

Galiba en temel sebep, eğitim sistemimiz hayata ve şehirde birlikte yaşama kurallarına dair hiçbir şeyi öğret(e)miyor.

Yüzmeyi, ilk yardımı, okuma alışkanlığını, yemek yapmayı, dinimizi, ahlak kurallarını, Türkçemizi, bir yabancı dili, trafik kurallarını öğretemediği gibi görgü kurallarını da öğretemiyor.

Sadece Milli Eğitimi kastetmiyorum. Milli Eğitim kadar büyük bir camiayı Diyaneti de dâhil ediyorum.

Camilere giriş çıkışta yaşanan düzensizlik tren ve otobüslerden farksız.

Kirli çoraplar veya ıslak ayaklarla Camiye girme gibi alışkanlıkları olan Müslümanlar kimin eseri?

***

ŞEHİRLİ OLMAK

Çoğumuz köy veya kasabalardan şehirlere geldik. Veya bulunduğumuz kasabalar hızla şehirleşti.

Bu değişime yani şehir hayatına ne kadar uyum sağladık?

Kalabalıkların bir arada yaşaması için farklı kurallar geçerli. Köyde, müstakil evinizde gürültü çıkarabilir, çamaşırı istediğiniz yere asabilirsiniz. Apartmanlarda oturuyorsanız böyle davranmamalısınız.

Yukarıda birkaçını verdiğim toplumsal görgü kuralları şehirli olmanın getirdiği sorumluluklardır.

Şehirli insan başkalarının yaşama alanına yer açmak için, kendi serbest hareket alanını sınırlandırır. Fakat başkalarından da kendisine bir özgürlük, güvenlik ve mahremiyet alanı bırakmasını talep eder.

Medeni bir şehirli, ATM’de bankacılık işlemi yaparken başkasının hesabını ve yaptığı işlemleri merakla izlemez. Mağaza kasalarında önünde ödeme yapan kişinin hesabını gözlemez. Otobüste nefesini bir başkasının ensesine üfleyecek şekilde yanaşmaz. Kendisine de böyle yapılmasını istemez.

Hatta ABD’de bu bir toplumsal kural olmuş. Herkesin bir metre çevresi mahremiyet veya güvenlik alanı kabul ediliyor.Kimse bu alanı ihlal edecek kadar başkasına yaklaşmıyor.

Bu kurallar gelişmiş ülkelerde bütün toplum tarafından benimsendiği gibi, uymayanlar toplum tarafından kınanmaktadır.

Bu ve benzeri konularda davranışlarımızı gelişmiş batı ülkelerindeki uygulamalarla mukayese edince sonuç utanç verici.

Son model arabalarından ambalaj atıklarını yola fırlatanlar, sokağa tükürenler, toplu alanlarda yüksek sesle konuşanlar, cep telefonuyla bağıra bağıra görüşürken bütün mahrem bilgilerini paylaşanlar…

Trafikte, karşıdakinin en küçük kusurunda bağıran, küfreden, kavga eden öfkeli sürücüler…

Ailelerinin, Milli Eğitimin ve Diyanet’in eğitemediği insanlarımız…

***

Televizyonlarda.. Tartışma adabından mahrum “uzman” terbiyesizler..

Birbirlerine en galiz sözlerle saldıran saygısız devletlûlar, ağızlarının kantarı bozuk siyasiler…

Hepsi bu toplumun eseri…

Bu ortak eğitimin veya eğitimsizliğin ürünü…

Belki de yumurta tavuktan değil, tavuk yumurtadan çıktı… Yani toplum bunların eseri…

*************************************************

SÜSLÜMANLARIN AHLAKI

“Süslüman” kavramı “Sıradışı Müftü” olarak bilinen Kırklareli Müftüsü Adnan Zeki Bıyık’a ait.

Sıradışı Müftü, Süslümanların dini (ahlaktan soyutlayarak) yaşama anlayışını “Türedi Müslümanlık” diye tanımlamakta ve çarpıcı tespitler yapmakta.

“Eskiden yetimler görülüp gözetilip onlara sahip çıkılırdı. Onların âhından insanlar çok korkardı. Şimdi adım başı fütursuzca yetim hakkı yiyen hiç de vicdanı sızlamayan kan emici keneler türedi.”

“Eskiden zulüm-haksızlık-yolsuzluk ve sair kötü şeyleri kendi etrafından birileri de yapsa başkaları da yapsa herkes tepki gösterirdi, o şahıs veya şahıslar kınanırdı. Şimdi pisliği yapan kendi etrafından olunca süt dökmüş kedi gibi sessizleri oynayan ikiyüzlü bir nesil türedi.”

Bu ve benzeri tespitleri yapmak ve Müslümanları uyarmak sıradan bir din görevlisinin normal vazifesi idi. Ancak bu hakikatleri ifade edebilen din adamlarının sayısı o kadar az ki Adnan Zeki Bıyık’ın unvanı “Sıradışı Müftü” oluverdi.

***

KUL HAKKI

Kul hakkı” İslam’ın en temel kavramlarından biri.

Ahiret inancı olanlar bilirler ki, Allah kendi haklarını ve kendi emirlerine aykırı davrananları affedebileceğini, ancak kul hakkını affetme yetkisinin sadece kendisine haksızlık yapılan kişiye ait olduğunu bildiriyor.

Kul hakkı yemek, toplumun imkân ve değerlerini haksız yere şahsi menfaati için kullanmak ve/ veya toplumun kendilerine emanet verdiği yetkileri kötü kullanarak kamu malını israf etmek şeklinde de olabilir.

Bu halde toplumun her ferdinin hakkı yenmiş olur…

Haksız yere kamu malını yemek veya israf etmek en ağır kul hakkı ihlalidir.

***

HAZRETİ ÖMER’E HESAP SORMAK DAHA KOLAYDI

“Ey cemaat! Dinleyin ve itaat edin” diye hutbesine başlayan Hazreti Ömer’e cemaatten bir kişi “Ey Müminlerin Emiri! Şu sırtındaki gömleğin hesabını vermezsen ne dinleriz, ne de itaat ederiz” demiş.

Devlet Başkanı ve Halife görevlerini yürütmekte olan Hazreti Ömer, sükûnetle herkesin huzurunda gömleğin hesabını vermiş ve böyle Müslümanlar olduğu için şükretmiş.

Şimdi ne böyle kamu malının hesabını devlet başkanından bile sorabilecek Müslümanlar var ve ne de hesap verme konusunda Ömer gibi davranan kamu görevlileri…

08.02.2015

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.