Ahsen Okyar Söylenmek yerine söylemek lazım… Şikayet edeceğine sen de alternatifini oluştur.

11Oca/160

BİR HAFTA BAŞI AKDENİZ’DE AKİF İLE BULUŞMAK – Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

mehmetcemal-iftigzeli2BİR HAFTA BAŞI AKDENİZ’DE AKİF İLE BULUŞMAK - Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Doç. Dr. Nihat Karaer aradı. “Ağabey sizi Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi’ne bekliyoruz.” demez mi? Önce şaşırdım. Çünkü 20-27 Aralık Mehmet Akif Ersoy Haftası bitti bitecek. Birkaç ay önceden yapılmış programlarımız var. Antalya bölgesinde olacağım gerçi. Bu hatırlatmam Nihat Hocayı sevindirdi.

-Madem Antalya’ya geliyorsunuz. Aynı gün ben sizi havaalanından alacağım. Doğru Burdur’a geliriz. Biraz istirahat ettikten sonra üniversiteye geçer, gençlerimize Yarınki Türkiye ve Akif’i anlatırsınız. Sonrasında da sizi istediğiniz yere götürürüz.

YARINKİ TÜRKİYE’NİN TARİHÇİSİ

Nihat Karaer önemli bir tarihçi, akademisyen. Çok önemli çalışmaları var. Vakfımız yönetim kurulu üyesi Mehmet Rüyan Soydan Bey’in arşivinden istifade ederek “Mehmet Akif Ersoy’un Aile Mektupları”nı üniversite yayınları arasında neşretti. Tanışmamız ise daha da eskidir. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, kurucu rektör Sayın Prof. Dr. Gökay Yıldız döneminde İstiklal Marşı Şairimiz hakkında bir uluslararası sempozyum tertip edilmişti. Nihat Karaer de bu etkinliğin kurmaylarından biriydi. Daha sonra yayınlanan sempozyum kitapları akademik çalışmaların hala başucu yayınlarıdır. Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfımız üyesi arkadaşlarımız da sempozyumda tebliğ sunmuş, sergi açmış, sunum ve değerlendirmeler yapmışlardı. O yıllarda daha yardımcı doçentti. İlk kamu hizmetini ise Kilis Öğretmen Okulunda başlamış Nihat Karaer.

Fpoenix Yayınevi tarafından neşredilen Abdulaziz’in Avrupa Seyahati (Paris, Londra, Viyana) adlı çalışması birkaç baskı yaptı. Hala da mevcudu yok. Bu defa imzalatıp aldım kendisinden. Osmanlı Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Dergisi’ndeki bol dipnotlu çalışmaları da öyle. “Paris’te İlk İkamet Elçiliğimiz Kuruluncaya Kadar(1797) Osmanlı-Fransa İlişkilerinin Genel Seyri”, “ Fransa’da İlk İkamet Elçiliğinin Kurulması, Çalışmaları ve İlk Büyükelçi Seyit Ali Efendi (1797-1802) Zamanında Osmanlı Fransız Diplomatik İlişkileri”yle, “Abdurrahim Muhip Efendi’nin Büyükelçiliği döneminde (1806-1811) Osmanlı Fransız Diplomatik İlişkileri” konusundaki çalışmaları da tez zamanda kitaplaşır diye düşünüyorum. Bilgin Kültür Sanat Yayınları’nın Mehmet Sait Halet Efendi’nin Paris Büyükelçiliği Döneminde(1803-1806) Osmanlı-Fransa Diplomasi İlişkileri” kitapçığını da bunlara eklemek gerek. Nihat Karaer’in yerli-yabancı referansı çok, analizleri güçlü, tespitleri makul ve inandırıcı. Ancak nedense tek bir TC Dışişleri Bakanlığı Arşivi notu bulamadım.

ADINA ÜNİVERSİTELER, STK’LAR, SEMTLER İNŞA EDİLEN SANATÇI

Nihat Karaer kendisini kıramayacağımı biliyor.

-Ağabey tamam değil mi? Otelden yerinizi ayırtıyorum.

Öyle de oldu.

Zaten 27 Aralık Pazar Günü Edirnekapı Şehitliğindeki Mehmet Akif Ersoy’un vefat yıldönümü programında Üniversitenin yeni seçilen üçüncü rektörü sayın Prof. Dr. Adem Korkmaz ile Mısır’daki Akif sempozyumumuzda birlikte bulunduğumuz Dekan Prof. Dr. Sibel Karakelle hanımefendi beni tanıştırdı. Sayın Rektör “Mehmet Bey sizi Burdur’a bekliyoruz. Ancak üzgünüm ben aynı gün Başbakan Ahmet Davutoğlu ile birlikte Sırbistan’a gideceğimden, orada olamayacağım. Size yardımcılarım refakat edecek” dedi.

Burdur’daki üniversitemizin Mehmet Akif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı’nda ayrıcalıklı bir yeni vardır. Kurucu Rektör Prof. Gökay Yıldız’ı Kahire’de, bir sonraki rektörü Sayın Prof. Dr. Mustafa Saatçi’yi Almatı’da konuk etmiştik. Sadece onları değil elbette. Sancak’ta Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Zeki Yıldırım, Doçent Doktorlar Şevkiye Kazan, Hülya Yazıcı Okuyan, Zafer Gölen, Kadir Şeker ve Nihat Karaer’i Sırbistan Novipazar’da misafir etmiştik. Kazakistan, Azerbaycan, Mısır, Bosnahersek ve Tataristan’da da Mehmet Akif Ersoy Üniversitemiz akademisyenleri bildirileri ile katkı verdiler.

Üniversite kampüsü Burdur’a birkaç kilometre uzaklıkta ve kent dışına taşınmış. Adeta bir şehir kurulmuş. Öğretim üyeleri ve öğrencilerin başarılı olması için her türlü fiziki şart mevcut. Nihat Karaer’in odasında soluklandıktan sonra Turizm Öğrencilerinin hizmet verdiği lokalde Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Karaca, Prof. Dr. Sibel Karakelle ve Nihat Karaer ile birlikte kahve içtik. Akabinde toplantının yapılacağı salona geçtik. Saat 16.30’da bile konferans izlemeye gelen kızlı erkekli gençler salonu doldurmuşlardı.

İNGİLİZ-ERMENİ İŞBİRLİĞİYLE 15 BİN TÜRK ASKERİ KÖR EDİLİYOR

Gençlerle önce tanıştım. İsimlerinin manasını sordum. Onlara üniversitelerinin Galatasaray, Mülkiye gibi lobileri olması gerektiğini, çünkü Türkiye’de 250 kadar Akif isminde okul, bundan çok daha fazla semt, mahalle, bulvar, sokak olduğunu anlattım. Parlamentoda da Burdur ikisi iktidar üç milletvekili ile temsil ediliyor. Bu büyük bir avantaj değerlendirilmek istenirse. Üniversite “Üç Ülke Üç Düşünür: Bahtiyar Vahapzade (Azerbaycan), Muhammet İkbal (Pakistan) ve Mehmet Akif Ersoy Uluslararası Sempozyumu” ile “Teke Yöresi Sempozyumu” yapmış. Benim onlara ek olarak hatırlatmam Cemil Meriç, Nurettin Topçu ve Ali Şeraiti’yi tanımaları oldu.

Burdur’da 25 bin üniversite öğrencisi var. Bunun üç bin kadarı ilçelerde eğitim görüyor. Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, aynı isimle eğitim veren ilk, orta ve lise öğrencileriyle temasta. Hatta Gökay Yıldız Bey zamanında üniversitede bu okulların temsilcileri ağırlandı, Akif’in ata-dede memleketi Balkanlardaki İpek(Pec) ili Suşisa köyünden akrabaları konuk edildi, TBMM’nde ilk defa program yapan akademi oldu, Edirnekapı Şehitliğinde üniversite senatosunun iştiraki ile bir gelenek başlattı, Akif ile alakalı sergiler açtı, konserler verdi. 11. Cumhurbaşkanı Gül tarafından kabul edildiler. Sanırım üniversitenin 10. Kuruluş yıldönümü(17 Mart 2016) etkinlikleri çok daha görkemli ve dikkat çekici olabilir.

Konuşmamda gençlere Mehmet Akif’in Mısır Kahire Üniversitesi’ndeki ilk dersinden bahsettim. İskenderiye’deki Seydibeşir Kuveysna Osmanlı Useray-ı Harbiye esir kampında 15 bin Osmanlı askerinin İngiliz komutan ve Ermeni doktorca havuzlarda gözlerinin nasıl kör edildiğini (1915) anlattım. Zaten İngilizler Mısır’daki başka kamplardaki esir Türklerin bir bölümünü çalıştırmak üzere Hindistan ve Pakistan’a götürmüştü. Onlara “ülkenize dönüyorsun” denilerek de yalan söylenmişti. Yıllar sonra esir Türklerden gelen mektuplardan, bunların oraya yerleştiğini, evlendiğini öğreniyoruz. İşte onlar bugün bölgede dışlanan, öldürülen, gemilerle açık denizlere bırakılan mağdur Mymar(Arakan) Müslümanları.

NECİD ÇÖLLERİNDE BİR ŞAİR YİĞİT ADAM

Az bilinen bir başka konuya geçtim sonra; Mehmet Akif’in Necid Çöllerine girdim.

-Mekke Emiri Şerif Hüseyin Paşa ve oğullarını İngilizler etkisi altına almışlardı. Wayman Bury (ihtida ettikten sonra kendisinİ Abdullah Mansur olarak tanıttı) ve Lavrance gibi ünlü casuslar bölgede cirit atıyor, Osmanlı’nın parçalanmasına çalışıyorlardı. Teşkilatı Mahsusa’dan Eşref Kuşçubaşı, Mümtaz Bey, Şerif El Sunusi ve Mehmet Akif Bey bu fesadı temizlemek için görevli olarak bölgeye gittiler. Medine Muhafızı da Basri Paşa. Bölgede çatışma başladı İngilizlerin silah dağıttığı Araplarla. Ortalıkta sahtekar Şeyhit Tuyyur(Uçan Şeyh) gibi baykuş kişilere bedeviler inanıyordu. İslam Şairi Mehmet Akif durumu görünce arkadaşları gibi mavzerini eline aldı, fişekliğini beline taktı, entarisinin eteklerini bel kuşağına getirerek çöl savaşına hazırlandı. Ata biniyor, ok atıyor, sporculuğunun tecrübesiyle her şarta mukavim hale geliyor, Zenci Musa ile güreş bile tutuyordu. Hava sıcaklığı 50 dereceydi. Necid Çöllerinde bunu güzel anlatır. Bir taraftan da Çanakkale Savaşını merak etmektedirler. Zafer haberleri geldikçe Akif sıcak kumlar üzerinde secdeye kapanıyor, şükür namazları kılıyordu. Kendisi çöllerde, yüreği Çanakkale’ydi. Çanakkale Destanını kaleme aldı ruhunda duyup, manen yaşayarak. Oysa aynı günlerde Ahmet Haşim Çanakkale’de yedek subaydı. Şair-i azam Abdulhak Hamid ise vefat eden eşine Makber’i yazıyordu.

Bu olayları sanki ben anlatmıyor, dinleyici gibiydim ve heyecanlanıyordum doğrusu. Mehmet Akif bir batı, birkaç doğu dili biliyordu. Kendisi hem babasının öğrencisiydi, hem de Muallim Naci gibi hocalarının. Eşi İsmet Hanıma aşıktı. Çocukları hep bir parçasıydı Akif’in. Çözülmeleri, parçalanışları, ihanetleri, göçleri, yangınları, sürgünleri, arayışları yaşayan bir cihan devleti vatandaşıydı aynı zamanda. 19. Ve 20 Asrı yaşıyordu. Parasız, işsiz, ayrıca sürekli takip edildiğini görünce Abbas Halim Paşa dostunun teklifi ile Mısır’a gitti. Kahire Üniversitesi’nde Türkçe hocalığı yaptı. Türk lobisini kurdu.

TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ SORUNU

Öğrencilerin mutlaka soru sormaları gereğinde durdum. Bir soru Akif’in Sultan 2. Abdülhamit için yazdığı “İstibdat” adlı şiiri oldu. “Ben ikisini de çok seviyorum” dedim. Boğaziçini yüzerek geçtiğini hatırlattı bir katılımcı öğrenci. Doğru. Çünkü sporcuydu Akif. Sorular durunca yeniden hatırlattım. Hayatı sorgulayarak öğrenmenin gereğini işaret ettim. Soru sormazsanız ya konuyu anlamamışsınız, ya da soru sormayı bilmiyorsunuz demek durumunda kaldım. Bazıları talebeler utandığını söyledi.

-Sevgili gençler mesleğinizi severseniz başarılı olursunuz. Bu da yetmez iddialı olacaksınız. “Bu işi en iyi ben biliyorum” diyeceksiniz. Öyle de olmalısınız. Ülke sorunlarına karşı bigane olmamalısınız. Aynı meslekten yurtiçinde ve dışında dostlarınız olmalı. Gidip gelmelisiniz. Yurtdışı tecrübesi kazanmalısınız. Sonra bir sual sordum “Türkiye’nin en acil çözümlenmesi gereken sorunu nedir?” dedim. Hepsi birden “Terör” diye cevap verdi. Gerçekten öyle Türkiye’nin en önemli sorunu terör. Son sorumu kimse bilemedi. “Üniversitenin logosunu sordum ne anlatıyor, neyi ifade ediyor” diye?! Cevabı da ben söyledim “Kuş bölgeye ait özel dikkuyruktur. Mavi renk Burdur Gölünü, kırmızı da Türk Bayrağını ifade ediyor.”

Üniversite öğrencileri bu defa beni kapıda yakaladılar ve sordular, sordular. “Soru sormaya çekiniyoruz. Cesaret edemiyoruz. Yurtdışı için Erasmus kafi değil. Az sayıda öğrenci istifade edebiliyor.” Galiba bunların üstesinden de yönetimler gelir diye düşünüyorum.

YEREL YÖNETİMLER

Akşam yemeğini bölgenin tek 4 yıldızlı oteli, konukladığımız Grand Özeren’de eşim, Prof. Gökay Yıldız, Prof. Dr. Sibel Karakelle, Doç. Dr. Osman Yılmaz, Doç.Dr. Nihat Karaer, Akdeniz Üniversitesi öğretim görevlisi, sanatçı, müzisyen Prof. Dr. Alaattin Yavaşça’nın öğrencisi Uğur Kaftan ile birlikte yedik. Otelin 5 yıldızlı olması konusunda her gelen yerel yönetim sorun çıkarmış, bazı binaların manzarasının bozulacağı gerekçe gösterilmiş!. Grand Özeren’de Burdur kebabı değil de tavsiye ile antrikottan yaprak güveç geldi sofraya. 10 üzerinden 10 aldı. Sohpet derinleşti. Burdur’da 160 metrekare yeni lüks bir ev 350 bin TL. Arabalar ise ikinci el de olsa pahalı. Güneydoğudan şehit haberleri geliyordu. Bunun üzerine Almanya ve İngiltere ile İtalya’nın terör sorununu nasıl çözdüğünü konuştuk. Darısı Türkiye’nin başına.

Bu yazıyı beğendiniz mi?

RSS Kaynağımıza abone olun!

Yorumlar (0) Geri izlemeler (0)

Yorum yapılmadı.


Leave a comment

Geri izleme yok.